2 Kasım 2012 Cuma

Kumbaram ağırdı benim, içerisi değerli zannediyordum; artık altı sıfır kalkmıştı unutmuştum...


Benim bir kumbaram vardı. Her gece eve girdiğimde beni karşılayan ve zaman zaman içerisine bir şeyler attığım bir kumbara…

Günler olmuştu, haftalar, aylar, yıllar…

İçerisinde çok şey olduğunu düşünüyordum, tamam belki hep ufak ufak şeyler koyuyordum içerisine; ama bir şeyler vardı emindim. Onun düşüncesi mutlu ediyordu beni.

Açmayı düşünmedim mi hiç?

Evet, düşündüm birkaç kez hatırlamıyorum ne zaman. Ama içerisinde çok fazla bir şey olmadığını bildiğim için bitirmek istememiştim olanı. Mutluydum ben böyle, ağırlaştığını zannediyordum kumbaramın.

Uzun bir yolculuğa çıkacaktım ve kumbaramı elime aldım. O bana baktı ben ona. Açmalı mıydım yoksa yolculuktan dönmeyi mi beklemeliydim ya da daha da ilerisini belki. Onu da yanımda götüremezdim zaten. Kafam karışıktı, canım da sıkkındı biraz. İçerisinde ne olduğunu bilmek istiyordum en azından. Şöyle ucundan bir baksam ama açmasam diyordum hep. Evin içerisinde gittim geldim, dolaştım durdum.

Bu sefer ise saniyeler, dakikalar, saatler geçti.

Elime aldım onu çok ağır gözüküyordu, gözükmüyordu sadece evet ağırdı hatta. Biraz ucundan açtım ve elime ufak ufak bozukluklar döküldü. Yere düştü birkaç tanesi. Bir iki tane o tarafa bir bu tarafa savruldular. Elime alıp baktığımda gördüm ki hepsi değerini yitirmiş eski bozukluklardı bunların hepsi. Çok ağırdılar, benim için halen çok değerleri vardı; ama geçerli değillerdi. Hiçbir yerde kullanamazdım onları. Hepsinde kocaman altı tane sıfır vardı bunların. Yere dökülenleri topladım ve kumbaranın içerisine koymaya çalıştım tekrardan. Bir kısmı girdi, diğerleri halen yerlerde…

Belki açmasaydım hep dolu ve değerli olduğunu zannedecektim ya da belki tüm hepsi değerli iken eski günlerde harcanabildi. Bilmiyorum, bilmiyorum…

Şimdi kapattım kumbarayı tekrardan, içinden şu an değerli olmasa da en azından baya ağırlığı olan bir şeyler eksildi biliyorum. İçerisine eklemeler yapacak mıyım, sonradan tekrardan açacak mıyım hiçbir fikrim yok; ama belki çok çok ilerde şimdi içerisinde kalanlar yeniden değer kazanacaklar. Belki çok aranan birer tarihi eser parçaları olacaklar. Hiçbir fikrim yok bu konuda. Ama bildiğim şu ki :

‘ Eğer kumbaranın içerisinin ne kadar değerli olduğunu bilmiyorsan ve sana çok değerliymiş gibi geliyorsa, bırak senin verdiğin, zannettiğin değer ile kalsın o, ne sen açmaya çalış onu ne de içindekini bozdurmaya, devam et doldurmaya kendisi taşana, patlayana kadar. ’

el Volcán
www.tips-fb.com

11 Ekim 2012 Perşembe

Erasmus Dedikleri . . .

Bugün hemen hemen üç sene önce başlayan ve bitmesi beklenmeyen bir hikayenin bilmiyorum kaçıncı bölümündeyim. Evet kaçıncı bölümde olduğumu bilmiyorum; ama o kadar iyi bildiğim bir şey var ki o da bu hikayenin hiç bitmeyecek olması . . .

İspanya'nın Alicante şehrinin Alcoy kasabası diye adlandırılan, deniz seviyesinden epeyce bir yüksekte, yazları sıcak ve kurak; kışları ise ılık ve yağışlı geçen bir bölgesindeyim. Üç sene önce erasmus hayatımın başladığı yer burası. Erasmus kelimesi cümlelerin içerisine girdiğinde aslında ne yazların o kadar sıcak olması ne de kışların soğuk ve yağışlı olması pek bir anlam ifade etmiyor. Çünkü erasmus deyince yıllar boyu süren dostluklar, yaşanmış mükemmel vakitler geliyor akla. Ötekisi ise boş; nerede olduğun, kiminle olduğun, ne zaman olduğun anlamını yitiriyor. Ama bunların da ötesinde eğer erasmus yaptığınız yeri de erasmustan ayrı bir şekilde seviyorsanız, doğası, iklimi, çevresi hoşunuza gidiyorsa mükemmel bir erasmus sizleri bekliyor demek . . .

Hikayenin bu bölümüne öncelikle Las Palmas'ta başladım. Erasmusun bana yeni bir kardeş olarak kazandırdığı İtalyan dostum, kardeşim Vincenzo Preziosa'yu görebilmek, onunla yeniden güzel anılarımızı konuşmak, bunlara yenilerini eklemek için öncelikle Las Palmas'a onun yanına geçtim. Evet Las Palmas mükemmeldi, evet Maspalomas diye bir sahilleri vardı ve gerçekten görülmeye değerdi tüm bunlar. Hee bir de gerçekten dudak uçuklatan sigara ve bira fiyatları ile Las Palmas sizleri kendisine çekiyordu adeta. En pahalı sigaranın iki euro olduğu ve Tropical diye ucuz ve güzel yerel bir biralarının bulunduğu bir cennet mekanı. Tabi ki tüm bunların ötesinde bir şey vardı ki o da bana evinin kapılarını açan, belki ufacık bir dairede sadece sevgilisi ile kalması mümkün olan bir stüdyo dairede bana da yer bulan, bir hafta mükemmel bir tatil geçirmeme olanak sağlayan Vincenzo idi bana Las Palmas'ı önemli kılan.

Bir hafta Las Palmas'ta geçirdikten sonra bir aylık İspanya programının ikinci haftasını da Valencia'da geçirmeyi tercih etmiştim ki son iki haftasını erasmusumu yaşadığım Alcoy kasabasında geçirecektim. Valencia'da da bir haftamı erasmusta ilk beş ay ev arkadaşım olan Meksikalı Inaki ile geçirdim. Onun da şans eseri Alman sevgilisi de Valencia'daydı ve derslerden oldukça yoğundu; ama bir haftalık Valencia kalışımda elinden geldiğince misafirperverliğini gösterdi. Artık salonlara alışmıştım zaten : )

Veee ilk iki haftayı da böyle geçirdikten sonra artık Alcoy zamanı gelmişti. Dün geldim Alcoy'a elimde büyükçe bir bavul ve bilgisayar çantamla. Alcoy'a her gelişimde yanında kaldığım müthiş güler yüzlü, komik mi komik, arkadaş canlısı bir dost Kolombiyalı Dumar'dı bana burada kapıyı açan. Yine daha ilk saniyeden kapının arkasına saklanıp da şakasını yaparak korkutmayı başarmıştı beni. Çok hayretler verici bir şeydi ki, Volkan dedi işte bu evin anahtarı, bu apartmanın, burası senin odan; ne zaman istersen kiminle istersen, ne kadar istersen kalabilirsin. Evet Dumar çok iyi bir arkadaştı, çok dost canlısıydı; ama bu kadarını da görünce gerçekten duygulanmamak elde değildi . . .

Sonra hem biraz hava almak, hem de birkaç dost görmek için Valensiya Politeknik Üniversitesi Alcoy Kampüsü'ne doğru yola çıktım. Erasmus yıllarımdan tanıdığım bir sürü dost gördüm orada hemen ilk dakikalardan. Sonra ise üniversitenin international öğrencileri ile ilgilenen erasmus koordinatörü Ana Moya'yı ziyaret etmek istedim. Ama aklımda şüpheler vardı Ana'nın beni tanıyıp tanımayacağına dair. Çünkü her yıl yüzlerce farklı erasmus öğrencisi ile ilgilenen bir hanım, güler yüzlü bi kadındı kendisi. Enteresandır daha ilk saniyeden bana karşı gülümsemesi ve hatta okulun facebook sayfasından beni takip etmesi ve son günlerde neler yapıyor olduğumu bile bilmesi şaşırtıcıydı. Asansörde beraber aşağı iniyorduk ki şapkamdaki nazar boncuğunu gördü ve çok hoşuna gitti. Aaaa Anaa tabi ki sana da bir hediyem var diyerek çantamdan nazar boncuklu bir bileklik hediye ettim kendisine, çok hoşuna gitmişti ve gözleri doldu adeta. Benim için de daha mutlu bir şey olamazdı Ana'nın yüzündeki sevinci gördüğüm an.

Evet dostlar işte bugüne kadar 16 gününü tamamladığım ve 14 günümün daha olduğu bir hikayenin bu bölümü de böyle. Eminim ki kalan diğer günler de öncekiler gibi heyecan dolu, belki biraz da duygusal olacak.

Erasmus dedikleri sadece bir dönem ya da iki dönem değil erasmus eğitiminin olduğu; erasmus dedikleri o eğitimin öncesi, eğitim sırası ve asıl en güzeli ise onun sonrasıdır.

el Volcán
www.tips-fb.com

8 Ekim 2012 Pazartesi

Sevgi, tutku ve diğeri...

Gerçekler diye başladığımız; amaaa! Çok gülüyorum bazen hem de o kadar çok ki! Dünya, okul yılları, iş hayatı, çoluğa çocuğa karışma, mutlu bir aile hayatı, çalışmaya devam, çocukların geleceği, torunlar ve dostlar, sevenler, sevilenler... Başka bir hayat? Alternatif? Yooo ne gerek var ki, hazır kurulmuşu var işte karşında, kafa yormaya değer mi ki bir öteki? En iyisi, en güzeli bu mu peki? Eveet bu.. Otoriteler öyle mi belirlemiş? Aynen de öyle... Otoriteler kim? Bilmiyorum; ama doğru bir iş yapmışa benziyorlar... Hayat bir kapı ise anahtarın üç kilit noktasını belirlemişler: Sevgi, tutku, ve diğeri... Diğerini biraz açık bırakmışlar. Sevgi ve tutku ile beslenen bir şey olduğu açık; ama sınırsız, ucu olmayan bir şey. Sevgisiz toplumlar çalışmaya vermişler kendilerini; çalışmışlar, çalışmışlar ve çalışmışlar; en sonunda ise yıkılmışlar. Çünkü çalışırken yüreklerine bir şeyler katamamışlar. Çalışmak iki kere iki dört olmuş, ciğerlerine işlemiş ama yüreklerine değil. Sevgisiz ama tutkulu toplumlar varmış bir de. Tutkuları çığ gibi büyümüş yüreklerinde; ama sevgisiz oldukları için paylaşamamışlar bunu hiç kimseyle, dağıtamamışlar tutkularını ve ne olmuş sonunda tutkuları? Birer ego olmuş ve patlamış, dağılmışlar kendi içlerinde. Hayat bir kapı ise üç kilit noktasını da belirlemiş otoriteler dedik ya hani, işte hayatı en anlamlı şekilde yaşayanlar sevgisini tutkusu ile birleştirip tutkusunu sevdikleri ile paylaşanlar olmuş...
el Volcán

www.tips-fb.com

17 Mart 2012 Cumartesi

Boşversene

Bir değişim hissedilen; nedensiz, çaresiz, kabullenilen...

Amaaan varsın olsun böylesi, ne olacak ki her şey hissedilen ve yaşanılan değil mi ki zaten. Nedensiz girilen bir yol ne kadar uzun olabilir, diyelim ki varsın up uzun olsun, varsın anlamsız, varsın çaresiz, varsın bir o kadar yalnız olsun. Sonunu düşünmek mi, amaaaan boş versene, neyi, ne zaman, kim için seçtik ki? Bir yabancı olalım bu yolda, duvarlara dokunmayalım, hiçbir şey söylemeyelim, öylece içinden geçelim ve anlamsız bakışlar bırakalım sadece.

Bugün hissettiğin, bugün sende olan, bir öz keşfedilmeyi bekleyen bırak yalnız kalsın, bırak çaresizliği hissetsin son nefesinde, mırıldanmayı tatsın artık. Kocaman yalanlar arasında öğretilen gerçeklerde bulması beklenmez zaten kendisini, bırak tek kalsın artık. Çevresinde bir kalabalık..amaaan gülerim ben o kalabalığa, bir anlam yüklemek gerekirse nedensizlik içerisinde kendisini savunan bir hiçlik belki ardı ardına sığmayan. Kelimelerin anlamı ancak söylendiğinde mi gizli yoksa söylenmeyi bekleyen hikayelerde mi? Bunları düşünmek ise başlıca bir yalan sonu kestirilmeyen.

Bir yıldız kayıyor neden bilinmez, belki de bilinmez sandığımız ama artık nedenini sorgulamak için geç kalınan bir yıldız. Bir gökyüzü betimlemeye çalıştığımız; ama her seferinde yanlışa düştüğümüz ve düşlerimiz içerisinde kaybolan bir yıldız.

Sonunda gündüzün geleceğini bildiğimiz bir gece ve sonunda gecenin geleceğini bildiğimiz bir gündüz ise yaşadığımız varsın bilmeyelim geceyi gündüzü, varsın yıldızları tanımlamayalım, öylece gelsin geçsin, hissettirsin kendini ve geçsin gitsin anlamsızlıklar içerisinde. Biz de dokunmayalım, hissetmeyelim, sadece var olduklarını bilelim amansızlık içerisinde ve sonra biz de kaybolalım artık; ne zaman, ne için geri döneceğimizi bilmeden yok olalım...

el Volcán
www.tips-fb.com

11 Şubat 2012 Cumartesi

Deli Kemal

Köyün birinde deli Kemal diye biri yaşarmış, bu delinin hayatta kalması için tek yol tiyatro sahnesinde oynarken her gece alkışlanması imiş, köydeki herkes de bunu bilirmiş ve her gece onu izlemeye giderlermiş, her gece de alkış tutarlarmış Kemal'e, bir gün Kemal sahneye çıkmamış...Herkes telaş içerisindeymiş o gece, birden yıllardır evli olup da hiç mutlu olmayan iki çiftin, aynı sırada oturan ama birbirini sevmeyen iki arkadaşın ortak bir acısı oluşmuş köyde, günlerce aramışlar, herkes birbirine yardım etmiş, o günler içerisinde köy halkı hiç olmadığı kadar iç içe olmuş birbiriyle; manavından kasabına, fırınından bakkalına herkes Kemal'i konuşur olmuş köyde. Sonra bir rastlantı eseri Kemal'in sahnenin önünde bıraktığı notu bulmuşlar.Notta aynen şöyle yazıyormuş: ''Bir gün köyünüzden rast eseri geçiyordum ve köyünüzdeki herkesin birbirinden kopuk, sevgisiz yaşadığını gördüm, o yüzden ortaya böyle bir yalan attım, sizler benim için o sahneye geldiniz, beni mutlu etmek için, benim yaşamamı sağlamak için oradaydınız; ama aslında ben de sizler için oradaydım, sizleri daha çok bir arada tutmak, ve sizlere ortak bir şeyler katabilmek için oradaydım, bu oyunu hep beraber oynadık, şimdi siz artık evlerinizde, okullarınızda daha mutlusunuz, ben de siz mutlu olduğunuz için artık daha bir huzurluyum, deli Kemal...''
el Volcán
www.tips-fb.com

10 Şubat 2012 Cuma

Kelimeler

Üç farklı kelime grubu vardır cümlelerimizi kurarken kullandığımız. Birincisi beynimizde halka halka dönen kelime grubudur. Bu gruptaki kelimeleri karşımızdakini etkilemek için kullanırız, yavaş yavaş tane tane konuşmak istediğimizde beynimizin içerisinde dönen bu halkadan uygun kelimeleri seçer ve anlamlı cümleler kurarız.

İkinci grup hemen dilimizde üretilen kelimelerden oluşur, bunlar kalıp cümleler halinde çıkarlar ve çoğu zaman ise devriktirler. Beyne sormaya gerek bile yoktur, olduğu gibi kalıplaşmış cümleler olarak çıkıverirler ağzımızdan.

Üçüncüsü ise en uzaklardan gelen, ne beynimizden ne de hemencecik dilimizden çıkan kelimelerdir. En derinlerden çağırırız bunları; ama bunlar öyle dönen halkalar halinde değildirler. Bizzat o an üretiriz bu kelimeleri, henüz çok sıcaktırlar, tazedirler ve bir o kadar da anlamlı. İlk grupta üretilen cümleler kadar düzgün değildir bunlar belki; ama kurduğumuz cümlelerin en değerli olanlarıdır.

el Volcán
www.tips-fb.com

9 Şubat 2012 Perşembe

yalnızlık

bana yalnızlık demeyin
yalnızlık yoktur çünkü
yalnızlık ihtimalidir insanı korkutan
ama henüz yalnızlığı tecrübe etmeden

yalnız kalmaz insan
kağıda sığınır kaleme sığınır
bazen sigaraya bazen ise aşka sığınır

ama bana yalnızlık demeyin
yalnızlık yoktur
yalnızlık korkusudur içimizi ürperten

ruh ile beden iç içeyse
ne ruh yalnızdır ne de beden
bana yalnızlık demeyin
yalnızlık yoktur

el Volcán
www.tips-fb.com

8 Şubat 2012 Çarşamba

kandırılacaksın

yanıltıyor duvardaki resim çoğu zaman
elinden bir şey gelmez
sen de yanılacaksın
eğer sen resmetmediysen veya resmedilmediysen
çaresi yok sen de yanılacaksın...

yalnızca çerçeve içindeki o yanılgı
seni onu anlamaya zorlayacaklar mahkum edecekler
rengarenk süslenmiş çiçeklerle
rengarenk böceklerle kandırılacaksın

çerçevenin dışındaki karanlığı bilmeyeceksin
ardı ardına sıralanmış bulutları göremeyeceksin
sana kışı hissettirmeyecekler
ve sen sorgulamayacaksın bile
bu karda kışta çiçekler böcekler..?
diye sormayacaksın soramayacaksın

seni yanıltacaklar her zaman
rengarenk süslenmiş çiçeklerle
rengarenk böceklerle
kandırılacaksın

el Volcán
www.tips-fb.com

1 Şubat 2012 Çarşamba

Mehmet Usta

Dün gece Söğütlüçeşme Metrobüs durağında Mehmet Usta'yı gördüm ve ''nereden böyle Mehmet Usta'' diye sordum kendisine. Bana Beşiktaş'tan geldim şimdi de eve dönüyorum evladım diye cevap verdi. Mehmet Usta dedim Avcılar'da oturuyorsun da neden Zincirlikuyu'dan metrobüse binmedin, neden yolunu uzattın. Aaah be evladım dedi, ne zamandır Köprü'yü, Boğaz'ı görememiştim, hasret giderdim onlarla biraz, bir de Şükrü Saraçoğlu Stadı'nı gördüm ve merhum Saraçoğlu'nu andım diye de devam etti, sonra da baksana yüzüme ne kadar mutlulukla, huzurla, keyifle doluyum diyerek gülümsedi bana doğru. Ne güzel dedim Mehmet Usta iyi akşamlar o halde görüşmek üzere...akabinde 2-3 saniye geçti ve bana arkamdan seslendi, evlat dedi ''EĞER EN UZUN MESAFEYİ EN KISA YOLDAN GİTMEK İSTİYORSAN, YOLDA İKEN KEYİF ALDIĞINI SEÇ, MESAFELERİ ANCAK BU ŞEKİLDE KISALTIRSIN'', peki gidebileceğim ya tek bir yol varsa ve başka seçeneğim yoksa Mehmet Usta? ''O ZAMAN YOLDA İKEN KEYİF ALMAYA BAK''...

el Volcán
www.tips-fb.com

31 Ocak 2012 Salı

Aşk'a Dair Ufak Bir Benzetme

Aşk ile hayatın iç içe mekanizması aslında çok basittir; ama bir o kadar da karmaşık.

Tıpkı kar yağarken çalışan cam sileceği gibidir bazen hayat, önce hafiften karla dolar arabanın camı, her bir kar damlası aşkı simgeler, yavaşça ayarında çalışır silecekler, usulca…

Sonra ise git gide şiddetlenir aşk, sileceklerin hızı artar, kalp atışının hızlandığını, ritmin arttığını simgeler şiddetli kar yağışı; sileceklerin çalışıp camın temizlenmesi ise artık normal hayata dönüşü, yeni bir güne başlangıcı simgeler. Bu durumda hızlıca camı silip yoluna bakması gerekir her iki tarafın da, yoksa aşktan gözleri kararır ve hiçbir şey göremez olurlar, ardından bir kaza ve cam kırılır, aşk biter.

Eğer camın karla dolmasına izin vermeden, asıl görevin olan hayatta kalmayı, yani aracı hareket ettirmeyi başarabilirsen, bir süre sonra kar yağışı biter belki; ancak camında halen bir süre önce yağmış olan şiddetli karın izi kalır. Sonra aşk şekil değiştirir ve güneş olarak yüzünde parlar, bu durumda da arabaya hararet yaptırmaman gerekir, gerekirse kenara çekip motoru soğutursun, suyla beslersin onu, konuşursun onunla biraz.

Ve sonra yine kara döner aşk, artık çözmüşsündür arabanın huyunu suyunu. Yazın, kışın nasıl davranman gerektiğini bilirsin, yıllık bakımlarını yaptırırsan bir ömür boyu gidersin onunla.

Kimisi gizem ister arabasında, her zaman yeni bir şeyler keşfetmeyi bekler, kimisi arabasında iken sadece güvende hissetmek ister kendini, kimisi arada sırada bozulmasını ve onu tamir etmeyi ister, kimisi ise her zaman mükemmel olmasını.

Eğer arabanın özelliklerini bilmezsen, onu anlayamazsan ve en önemlisi onu keşfedebilecek hayal gücün yok ise onu hakkıyla süremediğin için bir Ferrari ile bile yolda kalabilirsin. Diğer bir taraftan ise her şeyini bildiğin, eksi yönleriyle sevdiğin eski model bir Vos Vos ile belki arada sırada yolda kalsan bile; ama en önemlisi güle oynaya, keyifle yoluna devam edersin, sorun değildir arıza yapması, gözünde büyütmezsin, kabul etmişsindir çünkü onu öylece…

Hayatta ve araba seçiminde en önemli şey A veya Z markası olması değil, senin ondan ne istediğin, ne beklediğin, onu ne kadar tanıdığındır ve tabi ki onu kullanabilecek yetenek, arzu ve istek…

el Volcán



www.tips-fb.com